31 Mart 2012 Cumartesi

                                                   KARDELEN
  Kardelen Çiçeği:Kardelen çiçeği Kuzey ve Doğu Anadolu’da yetişen ve ilkbaharda beyaz renkli sarkık çan biçimde çiçekler açan soğanlı bir bitki türüdür. Karlı günlerde çiçek verdiği için “yılın ilk çiçeği” denen kardelen ilk botanikçiler tarafından soğanlı menekşe olarak tanımlanır.
  Botanik bilimindeki adıyla Galanthus Nivalis yani kardelen kara benzeyen süt çiçeği anlamına gelir. Üstelik kardelen sadece karda değil tüm şartlar sağlandığında su üzerinde bile çiçek açabiliyor. İngiltere’nin ünlü bahçelerinde sıkça rastlanan bu çiçek eski zamanlardaki bahçe düzenlemelerinin ayrılmaz bir parçasıydı. Soğuk ve karlı kış günlerinde bile çiçek verebilmesi ve dayanıklılığı sayesinde peyzaj mimarlarının listesinde ilk sıralarda yer alıyordu.
  Galanthus elwesii adlı kardelen türü 1874 yılında İzmir’in dağlık bölümlerinde bulunmuş ve botanik bilimine tanıtılmış. O günden sonra yapılan çalışmalarda çiçeğin ükemizde 10′a yakın türü olduğu keşfedilmiş. Kardelenin Anadolu’ da bir kaç türü yetişir bunlardan bazıları galanthus nivalis glanthus elwesii galantus latifolius’dur. Yaklaşık 900-1800 metre yükseklikte ve nemli humuslu toprakta kolayca yetişebilen eksi 15 derece sıcaklıktan bile etkilenmeyen bu dayanıklı çiçekler ocak ayından mart sonuna kadar çiçek açabiliyor. Ülkemizden ihraç edilen soğanlı bitkiler arasında ilk sırada bulunan kardelen bu kategorinin belki de en çok tanınan çiçeklerinden biri…
Kardelenin faydaları:Bu bitkinin otsu kısmı kalp kuvvetlendirici midevi ve adet söktürücü etki gösterir. Yumrusundan yapılan lapa çıbanları olgunlaştırmaya yarar. Yumrularından elde edilen galantamin son yıllarda kas uyarıcı olarak özellikle çocuk felci hastalığında kullanılmaya başlamıştır.
Kardelen Bitkisi Nasıl Yetiştirilir?
*Doğrudan güneş ışığı istemeyen bu bitki dolaylı ışıklardan da yararlanabilir.
*Çok fazla soğuk ve sıcak havada bırakma çiçeğin yapraklarına, çiçeklerine ve köklerine zararlıdır.
*Saksı değişimi iki yılda bir olmak üzere sıcak ayların başladığı zamanlarda yapılmalıdır.
Kardelen Bitkisi Nasıl Sulanmalıdır?
-Yaz aylarında ise bitkinin suya olan ihtiyacı artacağından bitkiye verilen suyun arttırılması gerekmektedir.
-Su toprağın her tarafına ulaştırılmalıdır.
-Bitkiyi sularken kullanılan kap her sulamada aynı ölçüde, sulamalar aynı günde ve aynı miktarlarda su dökülmelidir.
- Kardelende çok büyük bir değişiklik görülmediği sürece sulanmada kullanılan kap, ölçü ve su miktarı değiştirilmemelidir.
*Kardelen bitkisini yetiştirmede en önemli kural kış aylarında oda sıcaklığının 12 °C nin altında olmaması gerektiğidir.
*Kardelen bitkisi genellikle yaz aylarında çiçek açar ve çiçeklerini kış aylarına doğru dökerek bir dinlenme sürecine girer.
*Bitkiye kış aylarında musluktan aldığımız soğuk çeşme suyunu vermemeliyiz. Verdiğimiz su oda sıcaklığında olmalıdır.
Kardelen Bitkisi Nasıl Bakılır?
*Hava akımlarından kolay etkilenen kardelen bitkisi bu etkiden korunmalıdır.
*Kış aylarında bitki aşırı soğuktan korunmalıdır.
*Kardelen bulunduğu yerde başka cisimlerle temasta bulunmalıdır.
Kardelen Bitkisi Nasıl Beslenir?
*Kardelen Bitkisi her çiçekçiden ve seradan alınabilecek vitamin ve mineraller ile yılda en az bir kere topraktan verilmek üzere beslenmelidir.
*Bu beslenme bitkinin ömrünü uzatacağı gibi çiçeğinin daha güzel görünmesini ve daha çabuk büyümesini sağlayacaktır.
Kardelen Bitkisi Nasıl Çoğaltılır?
*Kardelen bitkisinin çoğaltılması için en uygun zaman nisan ayıdır.
* Kardelen bitkisinin çoğaltılması kökten ayırma yöntemi ile yapılmaktadır. Bu yöntem hem zahmetsiz hem de her ortamda yapılabilecek bitki çoğaltma yöntemidir.
*Çoğaltılması sırasında köklerinden ayrılan kardelen en kısa sürede ayrılan köklerinden başka bir saksının içine dikilerek çoğaltılır.
*Kökten ayrılan 2.bitkimiz en kısa zamanda büyüyerek çiçek verir.
*1. ve 2. kardelen bitkimizde de aynı sulama, yetiştirme ve bakım işlemlerini uygulamalıyız.










Kaynakça





.

24 Mart 2012 Cumartesi


                                                                 LAVANTA

  Lavanta:Ballıbabagiller familyasındandır. Lavanta, en çok 1 m. kadar boylanabilir. Gövdesi dört köşe kesitli, yeşil renkli ve hoş kokuludur. Ancak, bitkinin ikinci yılında gövde odunsulaşır. Grimsi yeşil renkli, ince uzun ve hoş kokulu yaprakları; uzun sapların ucunda seyrek başaklar oluşturarak yaz aylarında açan, çok kokulu, lavanta mavisi renkli çiçekleri vardır. Bitkinin gövde, yaprak, sap ve çiçeklerine özel kokusunu veren, bunların üzerinde bulunan küçük yıldızsı tüyleridir. Lavantanın sonbaharda olgunlaşan küçük meyvelerinin her birinde, dörder adet fındıkçık şeklindeki tohumu yer alır.

Yetiştirildiği Yerler : Anayurdu Akdeniz havzası olan lavantanın 20 kadar türüvardır. Bu türlerden bazısı ülkemizde de yetişmektedir.

Bilinen Bileşimi : İçinde organik asitler bulunan uçucu yağ ile glikozitler, alkaloitler ve tanen gibi maddeleri içerir. Bu uçucu yağın damıtılmasıyla lavanta esansı (lavantayağı) elde edilir.

Toplanması-Saklanması : Drog olarak kullanılan çiçekler, Temmuz-Ağustos aylarında, henüz tomurcuk halinde iken toplanmalıdır. Saplarıyla birlikte toplanan çiçekler, demet halinde bağlanıp, gölge bir yere asılarak kurutulur. İyice kuruduktan sonra, çiçekler saptan ufalanarak ayrılır.

Kullanıldığı Yerler : Lavanta esansı (lavantayağı) parfümeri endüstrisinde önemli bir hammadde olarak kullanılır. Ayrıca küçük keseler içinde aralarına yerleştirildiği çamaşırlara çok hoş, iç açıcı bir koku kazandırır. Uykusuzluk çekenler de, lavanta içerikli yastıklar kullanmayı denemelidirler.

Lavanta Yağının Faydaları : Biraz pamuk yardımıyla yüz temizlenirse akneli cildi temizler. Ağrıyan yere sürülüp elle hafif masajlar yapılırsa romatizma, burkulma ve kırık yerlerinin ağrılarında rahatlatıcıdır.

Faydaları :Stresle ilgili baş ağrılarında etkili bir iyileştiricidir.
İştahı açar, sindirimi kolaylaştırır.
Mide ve bağırsaklardaki gazı söktürür.
depresyonla ilgili aşırı sinirlilik durumunda yatıştırıcı olur.
Uykusuzluk halini giderir.
Kusma refleksini bastırır.
İdrar söktürücüdür. Böbrekleri temizler.

Kullanım Şekli :
Çay : Kurutulmuş sürgün ve çiçeklerden 1 tatlı kaşığı alınıp üzerine 1 bardak kaynar su dökülerek ve 10-15 dakika süreyle demlendirilerek çay elde edilir. Bu çaydan, günde üç kez birer bardak içilir.

Banyo : 60-70 gr lavanta çiçeği, 2-3 litre suya eklenir, kaynama derecesine kadar ısıtılır, 10-15 dakika demlendikten sonra süzülür ve banyo suyuna eklenir. Banyo süresi 15-20 dakikadır. Bu banyolar özellikle, kan basıncı düşük olan kişileri rahatlatır, canlılık kazandırır. Sinirli kişiler, dengeleyici bir rahatlığa kavuşur.














Kaynakça: www.yemex.com
               www.google.com.tr

13 Mart 2012 Salı

                                                                LALE

Lale Çiçeği: Güzel çiçekleri ile süs bitkisi olarak yetiştirilen, soğanlı, çok yıllık otsu bitki türlerinin ortak adıdır.
Lale Çiçeğinin Faydaları:
Kabızlığı gidermekte etkilidir.
Lale çiçeğinin suyu doğumu kolaylaştırmak için faydalıdır.
Çiçekleri fitil yapılıp rahim ve kadın hastalıklarına karşı kullanılır.
Yaprakları ve sapları kalp hastalıklarında kalp atışını düzenlemek için kullanılır.
 Lale Nasıl Kullanılır?
 Çoğunlukla, süs bitkisi olarak kullanılır. Bunun yanında, yapraklarından ve saplarından çeşitli hastalıklar için istifade edilir. Yaprakları birkaç gün suda bekletilip süzüldükten sonra egzama ve diğer cilt lekelerini gidermek için kullanılabilir.
Lale Bitkisi Nasıl Yetiştirilir?
*Doğrudan güneş ışığı istemeyen bu bitki dolaylı ışıklardan da yararlanabilir.
*Çok fazla soğuk ve sıcak havada bırakma çiçeğin yapraklarına, çiçeklerine ve köklerine zararlıdır.
*Saksı değişimi iki yılda bir olmak üzere sıcak ayların başladığı zamanlarda yapılmalıdır.
Lale Bitkisi Nasıl Sulanmalıdır?
-Yaz aylarında ise bitkinin suya olan ihtiyacı artacağından bitkiye verilen suyun arttırılması gerekmektedir.
-Su toprağın her tarafına ulaştırılmalıdır.
-Bitkiyi sularken kullanılan kap her sulamada aynı ölçüde, sulamalar aynı günde ve aynı miktarlarda su dökülmelidir.
-Lalede çok büyük bir değişiklik görülmediği sürece sulanmada kullanılan kap, ölçü ve su miktarı değiştirilmemelidir.
*Lale bitkisini yetiştirmede en önemli kural kış aylarında oda sıcaklığının 12 °C nin altında olmaması gerektiğidir.
*Lale bitkisi genellikle yaz aylarında çiçek açar ve çiçeklerini kış aylarına doğru dökerek bir dinlenme sürecine girer.
*Bitkiye kış aylarında musluktan aldığımız soğuk çeşme suyunu vermemeliyiz. Verdiğimiz su oda sıcaklığında olmalıdır.
Lale Bitkisi Nasıl Bakılır
*Hava akımlarından kolay etkilenen lale bitkisi bu etkiden korunmalıdır.
*Kış aylarında bitki aşırı soğuktan korunmalıdır.
*Lale bulunduğu yerde başka cisimlerle temasta bulunmalıdır.
Lale Bitkisi Nasıl Beslenir?
*Lale Bitkisi her çiçekçiden ve seradan alınabilecek vitamin ve mineraller ile yılda en az bir kere topraktan verilmek üzere beslenmelidir.
*Bu beslenme bitkinin ömrünü uzatacağı gibi çiçeğinin daha güzel görünmesini ve daha çabuk büyümesini sağlayacaktır.
Lale Bitkisi Nasıl Çoğaltılır?
*Lale bitkisinin çoğaltılması için en uygun zaman nisan ayıdır.
*Lale bitkisinin çoğaltılması kökten ayırma yöntemi ile yapılmaktadır. Bu yöntem hem zahmetsiz hem de her ortamda yapılabilecek bitki çoğaltma yöntemidir.
*Çoğaltılması sırasında köklerinden ayrılan lale en kısa sürede ayrılan köklerinden başka bir saksının içine dikilerek çoğaltılır.
*Kökten ayrılan 2.bitkimiz en kısa zamanda büyüyerek çiçek verir.
*1. ve 2. lale bitkimizde de aynı sulama, yetiştirme ve bakım işlemlerini uygulamalıyız.
Osmanlılarda Lale Sevgisi
   İran Selçuklularının ve Büyük Selçukluların sanat eserlerinde, 12. Yüzyıldan itibaren, lâle  motiflerine rastlanmaktadır.Anadolu Selçuklu devletinin başkenti Konya’da ki eserlerde de lale motiflerine rastlanır. Lale ve lâle  kültürünün Anadolu’ya Türklerle birlikte geldiği kesindir.
  İstanbul’un Fethi’nden  sonra, şehir imar edilirken, bizzat Fatih’in emri ile yeniden düzenlenen bahçeler (parklar) lâlelerle süslenmiştir.Zaten Fatih Sultan Mehmet bir bahçıvandı.Bu meslekte çok önemli bir yeri vardı.Boş vakitlerinin çoğunu bunun için harcar ve bundan büyük bir haz duyardı.Seferler arasındaki boş zamanlarda Topkapı ve diğer sarayların bahçelerinde çalışmaktan da büyük zevk alırdı. Kanuni devrinde de, lâle türleri  geliştirip çoğaltılmıştır.
  Türkler ve özellikle Osmanlılar yaşakları çevreyi güzelleştirmeye çalışmışlardır.Bunun için özel gezinti alanları yapılmış, İstanbul ve diğer büyük şehirleri park ve bahçelerle donatmışlardır. İstanbul bahçelerinin vazgeçilmez çiçeği olarak başta lale, gül,karanfil ve zerrin gibi çiçekler yetiştirmişlerdir. Lâlenin    Osmanlılar  tarafından bu kadar kabul görmesinin sebeplerinden biri de Arap harfleri ile ( ﻻ ﻟﻪ )şeklinde yazıldığında, Allah (  )  kelimesinde ki  bütün harfleri kapsamaktadır.Harflerinin karşılığı sayılar hesabına dayanan “ebced” usulüne göre de “Allah” kelimesi ile “ lâle” kelimesinin aynı rakama tekabül etmesi, ediplerde “yaratıcı”nın yarattıklarında tecelli etmesi düşüncesinden hareketle derin bir heyecan uyandırmıştır.  Lâle , Arap harfleri ile yazılır ve tersinden okunursa ( ل ﻫﻼ  ) = Hilal =Ay  olur; Hilal veya Ay da Osmanlı Devleti’nin amblemidir.
   Osmanlı Kültürünün klasik ölçülerini bulduğu yüzyıl İstanbul’unda bahçe ve çiçek zevki bütün halka yayılmıştı. Bu sevgi ve merak dışarıdan yeni türlerin getirilmesine de yol açtı.2. Selim Devrinden itibaren imparatorluğun çeşitli bölgelerinden lâle  ve sümbül soğanları ısmarlandığına dair fermanlar bulunmaktadır. 2. Selim, Kırım’ın güneyindeki Kefe’den  300.000 adet lâle  soğanı ısmarlamıştır. Türk çiçekçilik tarihiyle ilgili araştırmaları bulunan Turhan Baytop, “Lâle-i  Rumi” denilen ve ayırcı özelliklere sahip olan Osmanlı Lâlesi ’nin Kefe’den getirilen bu lale soğanlarından elde edildiği düşüncesindedir.Bu laleler seçme ve melezleme yoluyla elde ediliyordu.
   Çiçek soğanları ve fidanları sadece saray tarafından ısmarlanmıyordu; meraklılarda bir yolunu bulup yeni türler elde etmek için çeşitli yerlerden soğanlar getirtiyor, imkan bulursa kendileri temin ediyorlardı.Bu çiçek ve lâle  merakı İstanbul’a gelen yabacıları bir hayli etkilemiş ve hayran bırakmıştır.Fransız şair ve devlet adamı Lamartin’de bu tesire kapılanlardan biridir.Lamartin, Topkapı sarayını gezerek Türklerin doğaya yakınlıklarını ve göz zevkine ne kadar önem verdiklerini anlatır.Miss Julia Parabe adındaki bir İngiliz kadınsa, İstanbul’un o yeşilliğe ve çiçeğe boğulmuş sokaklarını, evlerini, yalılarını görünce hayretler içinde kalmış ve “Keşke Shakespeare, Romeo ve Juliet’in bahçe sahnesini yazmadan önce Boğaziçi’ni görmüş olsa idi” demiştir.
      Lalenin Avrupa Macerası
   Anadolu’da 13. yüzyıldan beri lâle yaygın olarak motiflerde kullanılıyordu.Bu dönemde Roma ve  Bizans’ın nedense bu çiçekle hiç ilgilenmemiştir.[18]Avrupalı yazarlar ilk dönemlerde lâleyi tanımadıklarında bu çiçeği, bir çeşit zambak (lilium) olarak kabul etmiş ve bu düşünüşe göre isimlendirme yapmışlardır. P. Bellon “Lils Rouges” (kırmızı zambak), C. Clusius “lilionarcissus” (nergiz zambağı),A. Toderini ise “Lys Sanguins” (KanRrenkli Zambak) isimlerini kullanmışladır.[19]Bugün Avrupa ülkelerinde lâle  için kullanılan Tulip veya Tulipe kelimesinin aslı O. G. Busbecq hatıratında Türklerin bu bitkiye “Tulipan” ismini verdiklerini yazmıştır.S. W. Murray bu ismin Türklerin başlarına sardıkları “tülbent”ile ilgili olduğunu, O. G. Busbecq ile tercümanı arasında meydana gelen bir yanlışlık sonucu ortaya çıktığını kaydetmektedir.[20]  Lâlenin Türkiye’den Avrupa’ya hangi tarihte götürüldüğü kesin olarak bilinmemektedir.Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Kanuni Sultan Süleyman nezdindeki büyükelçisi Ogier Ghislain de Busbeck 1554 yılında geldiği İstanbul’dan Avusturya’da yaşayan dostu Carolus Clusius’a lale soğanları gönderdiği sanılmaktadır.Daha sonra Hollanda’ya giderek Leiden Üniversitesi’nde göreve başlayan Clusius, bu ülkelerde laleyi ilk yetiştiren ve lâle endüstrisini kuran kişi olarak bilinmektedir.Ancak Avrupa’da lâle  merakının daha da önce başladığına dair kayıtlar da vardır.B. Belon adlı bir Fransız hekimi 1549’da çıktığı Yakındoğu seyahati sırasında İstanbul’a da uğramış ve hatıratında  kırmızı zambak diye söz ettiği  lâle   çiçeğinin soğanlarından edinmek için bir çok yabancının gemilerle İstanbul’a geldiğinden söz ermiştir.Lâleyi   Avrupa’da meşhur ettiğini iddia eden Conrad  Genser de bu  çiçeği ilk defa 1559 yılında, Ausburg’da , ender egzotikler koleksiyonuyla şöhret kazanan Newart’ın bahçesinde gördüğünü ona da soğanların İstanbul’da ki bir dostu tarafından gönderildiğini söyler.
   14. yüzyılın ortalarında Avrupa’ya giden lâle, özellikle Hollanda ve Almanya’da aranan bir meta haline gelmişti. Lâle  merakı bir ara kelimenin tam manasıyla çılgınlık haline gelmişti.Charles Mackay’ın “Tuliptomania” adındaki makalesi bu konu hakkında çarpıcı bilgiler sunmaktadır.Bu dönemde bir lale soğanına bütün servetini yatıranlar vardı.Schinler 1922’de yazdığı bir eserde, “Bir lale soğanın 9000 altın Mark’a satıldığı olmuştur” diyor, üstelik lale devrinden çok önceki yıllarda, “Naibi Krali” adındaki bir lalenin  soğanı için şunları verdiğini söylüyor: “2 araba yulaf, 4 araba arpa, 4 semiz öküz, 12 semiz koyun, 8 semiz domuz, 2 fıçı şarap, 4 fıçı bira, 2 fıçı tereyağı, 50 kilo peynir, 1 karyola, 1 kat elbise, 1 de gümüş vazo.”[21]1636 yılında nadir türlere talep artmış ve bunların satışlarını gerçekleştirmek üzere Amsterdam, Roterdam ve Leiden gibi şehirlerdeki borsalarda düzenli pazarlar kurulmuştu.İş zamanla öyle bir noktaya vardı ki, bazı tüccarlar, her türlü yola başvurarak fiyatlarda dalgalanmalar meydana getirmeye başladılar.Ne var ki çılgınlığın sonuna kadar böyle devam etmeyeceğini anlayan bazı tüccarlar, birden tavır değiştirerek yeni soğanlar almadıkları gibi  ellerin de kilerini de yüksek fiyatlarla satmaya başlayınca işin rengi değişti ve başlayan büyük panik sonucunda lâle zengini bir çok büyük tüccar birden yoksullaşıverdi; Çılgınlık sona ermişti.[22]
   Avrupa’ya özellikle de Hollanda’ya  giden lâle soğanları melezleme yoluyla, yeni türler elde edilerek Osmanlı İmparatorluğuna rakip bir durma gemiş, hatta Osmanlı İmparatorluğunda ki lâleciliği geçmiştir. Artık lâle Osmanlı Devletine Hollanda’dan getirilmeye başlamıştır. 
Lalenin Türk Edebiyatındaki Yeri
    Lâle Türk edebiyatında özellikle şiirde çok önemli bir yere sahiptir.Lâle klasik Türk şiirine  15. yüzyılda iyiden iyiye yerleşmiştir.Renginden dolayı, kan, mum, şarap, yanak, yara gibi unsurlara, şeklinden dolayı kadehe benzetilmiştir.
  Klasik Türk şiirinde 16. yüzyıla kadar sözü edilen lâlelerin yabani türleridir.Yabaniliklerinden dolayı  “taşralı”dırlar. Bir bakıma lâle utangaçlığın, çekingenliğin sembolüdür:
                          Taşradan geldi çemen sahında bîçare durur
                          Devr-i gül sohbetine  lâleyi iletmediler.                      
                                                                       Necati Bey
    * Lâle merakının ezeli olduğunu ifade eden Remzi Efendi ise;
                         Lâleye pîr-i sabâdan bu nefes şimdi değil               
                         Ezelidir bu hevâvü heves şimdi değil.
   *Lâle, şiirde en çok lâle genel ismiyle kullanılmıştır.Buna rağmen çeşitli kültür yoluyla elde edilen  lâlelere verilen şairane isimlerinde klasik şairlerin eserlerinde yer aldığı görülmektedir.
      Duhânî  Lâle ;                       
                        Şarâb-ı ergüvânîdir Duhânî Lâle câmında
                        Ne kan tamdıysa odunda benim bağım kebâbında.                                                                 
                                                                                 ŞeyhiGül-rîz ;
                        Sûk-ı isti’dada şehr-âyîn edip yâran-ı nazın
                        Ettiler Gül-rîzler âvîhte dükkân üstüne.                             
                                                                                     Nedim
      *Lâle Devri’nin ihtişamını Nedim şu dizeyle  çok iyi ifade etmiştir;
                       Lâlenin  tohumunu eksen dolu peymâne gelir.
      * Türk Halk Şiirinde de  lâle kullanılan bir tema olmuştur.
                       Kaşların göz ile ediyor cengi                
                       Söyleşir yavrılar, koç yiğit dengi                         
                      Çiçekte, meyvada yoktur menendi                         
                      Lâleden  kırmızı,gülden ziyade                                                        
                                                                               Karacaoğlan
                              
                        Çayır çemen  hep seçildi               
                        Dolu peymâne içildi                        
                        Lâle sünbüller açıldı                          
                        Cennet oldu bağlar şimdi
                                                                                 Gevheri













KAYNAKLAR:
http://www.itusozluk.com
http://www.google.com.tr
http://www.harikasozler.net
http://www.sifalibitkileriniz.com
Ahmet Kartal, Klasik Edebiyatında “Lâle”, Bilig Bilim Ve  Kültür Dergisi, (4)Kış 1997,s.109.
 Beşir Ayvazoğlu, Türkistan’dan Hollanda’ya  Lâle  Kültürü ,Diyalog Avrasya Düşünce ve Kültür Dergisi, (4)2001, s.79.
 Türk Ansiklopedisi, “Lâle” mad. C. 22, s.459.
 Anthony Dolphin Alderson, Bütün Yönleriyle Osmanlı Hanedanı,Tercüme:Şerafettin Severcan, İz Yayıncılık s.196.
 Türk Ansiklopedisi, c. 22, s.459.
 İbrahim Atay, Osmanlıda Tabiat Sevgisi Ve Tefekkürün Simgesi Bir Çiçek “ lâle ”, Tarih Ve Medeniyet , Temmuz 1997, s.60.
 Türk Ansiklopedisi, C.22, s.459.
 Beşir Ayvazoğlu,Güller Kitabı,Ötüken Yayınları, İstanbul  1995  s.115,116.
 İbrahim Altay, a.g.e., s.116.
 Beşir Ayvazoğlu, a.g.e. ,s.116.
 Beşir Ayvazoğlu, a.g.e., s.107.
 Ekrem Hakkı Ayverdi, İstanbul Lâlesi, s.1,2.
 Charles Mackey,  “Lâle  Deliliği (Tuliptomania)”,(çev. Füsun Öksüzoğlu), Tarih ve Toplum , Sayı 72, s.35.
 F.Gönül Âyânoğlu, Osmanlı Türklerinde  Lâle’ye Verilen Önem,Türksoy Türk Dünyası Kültür,Sanat,Bilim,Haber ve Araştırma Dergisi,Haziran 2000, s.33.
 Beşir Ayvazoğlu, Keukenhof  Lâleleri, Aksiyon Dergisi , 2-8 Mayıs, 1998, s.54.
 Beşir Ayvazoğlu, a.g.e. , s. 109,110.
 Ahmet Kartal, Klasik Türk Edebiyatında “Lâle”, Bilig Bilim ve Kültür Dergisi,Bahar 1997, s. 9.
 Ahmet Kartal, a.g.e., s. 9,10.